Çocuklarımıza Güvenmek ve Önemi

Çocuklarımıza Güvenmek ve Önemi

Onları ne çok sevdik değil mi?

Çocuklarımız; ruhumuzun derinliklerindeki en mahrem sığınakların kapılarını kendilerine sonuna kadar açtığımız parçalarımız. Onların ailemize geleceklerini ilk kavradığımız zaman ki heyecanlarımızı hatırlayınca içiniz titremiyor mu? Umutlarımız, karşılıksız sevgilerimiz. Daha dünyaya gelmeden ihtiyaçlarının bütün ayrıntılarını öngörü ile hesaplayıp en rahat edecekleri şekilde yaşam alanlarını tanzim ettiklerimiz. Hayata merhaba demeden bavul bavul kılık kıyafetlerini hazır ettiklerimiz. Birçoğumuzun hamileliğimiz sırasınca zekâsı gelişsin diye klasik müzik dinlettiklerimiz. Doğduğunda eşimizden bile kıskandıklarımız. Bakıcıyla, kreşle uğraşırken anne babamızı yeri geldiğinde uğruna incittiklerimiz.

Böyle olmamalıydı.

Sonra okul hayatı başladı. İlk öğretmen, ilk sınıf arkadaşlıkları. Büyümeye başlamaları ile kendimizin onların hayat merkezinden uzaklaştığını hissettiğimizde yaşadığımız anlamsız duygu. Onlar sosyalleşirken, yetişirken ipin ucunu kaçırmamak adına verdiğimiz çaba. Sosyalleşmenin beraberinde gelen ufak tefek sorunlar ve çocuklarımızın ebeveyni olma sorumluluğumuz ile bu sorunları halletme yükümlülüğümüz ve çözüm tekniklerimiz. Sorunlarıyla uğraşırken hayatın akışı içinde çocuklarımızın da hatalı olduğunu görmelerimiz ve duyduğumuz hayal kırıklıkları. Bekârken evliliği ve anne baba olmayı anlama şeklimiz ile yuva sahibi olduktan sonra karşılaştığımız problemler arasındaki farka hazırlıklı olup olmadığımız. Evlenmenin, anne baba olmanın; duygusal, ihtiyaçsal ve mantıksal nedenlerini çokça düşünmeden anne baba olmuşluğumuz bizi şaşkına çevirebiliyor. Birçok şeyi yaşamışta kendimizi hayata karşı çok yeterli görüyorken ne oluyor da bu bacak kadar çocuk bizi düşüncelere boğabiliyor. Sonra yüklenmeler başlıyor. Biz bu çocuklarla televizyon dizilerindeki mutlu sahneler gibi güreş tutmalı, pikniğe gitmeli, basket oynamalıydık. Komşular bu çocuklara sahip olduğumuz için bizi parmakla göstermeli, veli toplantılarında övgü dolu sözcükler almalıydık. Küçük çaplı sorunlar olasıydı da bu sorunların çapı daha küçüktü. Fakat şu işe bakın! Hep sorun hep sorun. Bakıcı bulmak, bakıcıyla uğraşmak çok zor. Ne yaparsan yap geceleri altını ıslatıyor, baş edemiyorsun. Kreşte arkadaşları ile tartışmış, nedenini bul, problemi çözmeye uğraş. Dişleri çarpık çıkıyor ortodonti yaptır; zaman, para ayır. Dersleri beklediğin kadar iyi değil, ne yapmalısın? Düşün de dur… Zamanını, enerjini alıyor. Seni anlamıyor. Sen onu anlayamıyorsun. Sana kendini kötü hissettiriyor. Seni güçsüz, yetersiz hissettiriyor. Hazırlıksızsın vesselam. Öncelikle kendimize güvenmeliyiz. Bu çocuğu nasıl yetiştirdik? O kim? Ne yapar? Ne yapmaz? O kimin parçası? Çocuğumuz bize, biz ona yüklendikçe yükleniliyor. Arada oluşmaya başlayan duvara her olayda yeni bir tuğla ekleniyor. Büyük olmayı beceremiyoruz gibime geliyor. Daha doğrusu evladımızın büyüğü olduğumuzu, arkadaşı olmadığımızı bilmiyoruz. Bunu göremiyoruz. Büyük kimdir? O, karakteri güçlü, serinkanlı davranabilen, paniğe kapılmadan karar alabilen, ne olursa olsun şefkatli kucağını küçüğünden esirgemeyendir. Hata yapılsa da yanına her gidildiğinde şefkatle baş okşayabilme erdemini gösterebilendir. Ve bu zorluğu hazmedebilendir. Evet, erdemdir ve zordur. İyi de anne – baba olmanın kolay olduğunu kim söyledi ki? Benim anladığım biz çocuklarımıza güvenmediğimizde en çok kendi yetiştirme tekniğimize olan inançsızlığımızla hareket ediyoruz. Sonra korkular üretip faraziyelerle yaşamaya başlıyoruz, içimizdeki dedektifi uyandırıyoruz. Bir gün kendimizi hiçbir olumsuz işaret yokken çocuğumuzun eşyalarını araştırırken buluyoruz. Başka bir gün “Seni okuldan almaya geldim.” bahanesi ile okula baskın seyahatleri düzenliyoruz. Gizli hafiyeye ne zaman dönüştük? Niye dönüştük? Gerekli mi? Gizli hafiye olarak elimize ne geçecek? Ne bulmayı bekliyoruz? İmparatorumuz korku ve sayın veziri kuşku bizi tetiklerken endişelerimizin üzerine ön yargılarımızdan arınmış olarak ne kadar gidebileceğiz? Elde ettiğimiz sonuçları serinkanlılıkla ne kadar değerlendirebileceğiz? Tabi ki ipin ucunu kaçırmak korkusu bizi panikletiyor. O zaman mantığı davet edelim. Bu davette mantığa kendimize olan güvenimiz eşlik etsin. Ona yaptığımız ev sahipliğinde ikramda cömert, konukseverlikte kararlı olalım.